28 Şubat 2015 Cumartesi

İnsan olmak





























Yeryüzü tıka basa canlılarla dolu. Sadece insanlar değil. Hayvanlar, bitkiler. Gözümüzle görmediğimiz, görmediğimiz için de varlıklarından bihaber olduğumuz daha nice formlar. Varlıklarını bilmesek de, yaşamımızı borçlu olduğumuz nice canlıyla beraber paylaşıyoruz bu gezegeni. Hiç bir canlıyla kendi yaşantımızı kesin çizgilerle ayıramadığımızı da fark ediyoruz hepimiz. Birbirimize sıkı sıkıya bağlı yaşamları sürdürdüğümüzü ise sadece "sözde" biliyoruz. Hayatına son verdiğimiz her canlı, aslında yeryüzünden silinirken bizden de bir şeyler götürüyor. Sadece bizden mi? Yokoluşun sınırından geçerken, tanımadığımız, bilmediğimiz canlılarda da bir şeyleri eksik bırakıyor. Canlılardan geçelim. Alanı daraltıyorum artık. Zarar verdiğimiz her canlı yüzünden tanımadığımız bir insanı eksik bırakıyoruz. Şiddet uyguladığımız bir kedi ya da köpeği insanlara karşı güvensizliğe itip, belki bir köşe başında oynayan küçük bir çocuğa zarar vermesine sebep olduğumuzu düşünsenize.

Hadi canım demeyin. Doğanın dengesini bozup da üstümüze yağan bereketli yağmur damlalarının sayısı azaldıkça, pek çok meyvenin mutfağımıza daha az girdiğini görmüyor muyuz hepimiz?

Bizden aldığını tekrar bize veren doğayı suçlama eğilimi hepimizde var ise de, içten içe yaptıklarımızı sorgulayan da pek çok akıl sahibi var aramızda şükür. Hayatın bir etki-tepki mekanızmasını da içinde barındırdığını görebilen basiret sahibi pek çok insanın çığlıkları da daha fazla yükseliyor artık.

Mesele sadece ozon tabakasının delinmesi, fabrika atıklarının çevreyi kirletmesinden öte. Suçlayabileceğimiz sadece küçük bir zümre değil. Şu an nefes alıp veren bütün insanlar öfkeleriyle ya da sevgileriyle dünyamıza bir şeyler katıyor ya da bir şeyleri eksilterek bütün canlıları bir şeylerden mahrum bırakıyor. Bu tüketimi kutsallaştıran hayat tarzı, yavaş yavaş bizim hayatlarımızı da küçültüyor. sakındığımız her sevgi ışığı bizim hayatımızı da monotonlaştırıyor.

Niye mi söyledim bu kadar sözü. Kapıda küçük bir sohbette bulunduğum komşum yüzünden. Sekiz yaşındaki oğluna kuduz aşısı vurdurmuş. İçi öfke doluydu. "Bütün sokak hayvanlarını zehirlemeli belediye" diye bir nefret dolu bir cümle sarfetti ki, beni zehirleyeceklermiş gibi gayri ihtiyari bir adım geriledim. Aramızda sanki alev alev bir duvar oluştu. Yüzümü yaladı sanki içindeki öfkenin alevleri. Çenem kitlendi hiç bir şey diyemedim. İki hafta önce arka bahçeden inleyen kedi mırıltıları ile birbirine karışan çocuk haykırışlarından bahsedemedim. O (kahkaha diyemeyeceğim) zevk dolu çocuk haykırışları arasında oğlunuzun da sesi var mıydı? diye soramadım. Sessiz, bitkin bir "yaa..." sözcüğü anca çıktı dudaklarımdan. Sokakları mesken tutan kimsesiz hayvancıkların iniltisinden bile sessiz, küçük bir nida.

Korkunun kucağına düşen bir hayvancığın saldığı korku, öğrendiği yaşayan bir küçük çocuğun hayatıyla nasıl da kesişmiş değil mi?

Velhasıl yaşayışımıza dikkat etmeliyiz derim ben. Çevremize yaydığımız her sevgi tomurcuğu bizim çevremizde çiçeklenir. Savurduğumuz her öfke yangını, bizim hayatımızı çoraklaştırır.

Güzel yaşantılar dilerim hepinize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder